Muhammed Fatih SEZGİN,

Ömer GÖK

Burak AKSU

 

Öz

Dünyadaki mevcut ülke yapılanmalarında her ne kadar kara sınırı temel teşkil etmiş olsa da denize açılan bir noktası ya da denize kıyısı olan devletler, aradaki mesafenin ne olduğuna bakılmaksızın birbirleriyle teorik olarak sınırdaş kabul edilebilir. Bu sebepledir ki genel anlamda imparatorluk geçmişine sahip ve denize bir şekilde kıyısı olan köklü devletler ticaretin dinamiklerini kendi tekellerinde tutmak ve devamlılığı sağlamak üzere donanmalarını da güçlendirmek durumunda kalmıştır.

Bununla birlikte konu hegemon devletler ne kadar belli süreliğine etkinlik göstermiş olsa da konumunu korumak ileri boyutta güç ve kaynak harcanmasını gerektirdiğinden, zaman içinde güçlerini belli bir dönem yitirmişlerdir. Bu etkinlik seviyesine ulaşamamış devletler ise bu eksiklerini güç dengesini gözeterek ve gerektiğinde gruplaşmaya giderek çözmek durumunda kalmıştır.

Uluslararası politikanın en temel teorisini oluşturan güç dengesi, uluslararası ilişkilerde, bir devletin veya ortak grubun durumunu diğer tarafın durumuyla karşılaştırarak, kendisini başka bir ulusa veya ulus grubuna karşı koruyan duruşu ve politikayı tanımlamak için kullanılmaktadır.

Bu yazının amacı başlık içeriğine uygun olarak, Türkiye merkezli ve Türk devletlerini kapsayacak şekilde bu güç dengesinin tesis edilmesi esnasında ticari ve askeri prensipler temelinde neler yapılabileceğinin denizcilik bakış açısının ön planda tutularak değerlendirildiği bir modelleme yapılmasıdır. 

Anahtar Kelimeler      : Uluslararası Politika, Uluslararası Ticaret, Deniz Ticareti

 Jel Sınıflandırması       : F00, H0, H50, M0

 

ACTIVE BALANCE POLICY CHANGING IN THE INTERNATIONAL SYSTEM WITH THE ORGANIZATION OF TURK STATES

Abstract

Even though land borders being considered as primarily basic during organization of state organization, the states having a point which opens to the sea or coastline, can be evaluated as sharing the border regardless the distance in between. Therefore, as general, the states which having long imperial history at past and having access to the seas, had to maintain their naval forces stronger as much as they could for the sake of keeping the dynamics of the trade within their own hand.  

However, although some of such imperial countries which had the possession for a while, have got weak or even disappeared inevitably by the time, due to the fact that it required to spend power and resource in extended level to maintain such status. States which failed to get this efficiency, had to solve the problems by either monitoring the current balance of the force or getting involved in joint structure. 

The balance of the force term which forms the most basic part of the foreign relations science, being used to define the comparison to individual state or joint structure’s status on each side, determining the resistance policy to the other side.   

The purpose of this article to get a modelling from naval point of view mostly, as to evaluate what kind of actions required when establishing the balance of the force, means of military and trade principles, where Turkey is in origin and as to include the other Turkish States, in compliance with the title content. 

 Keywords: International Politics, International Trade, Maritime Trade

 

GİRİŞ

Devletin belki binlerce tanımı yapılabilir ama en bariz özelliği insan gibi yaşayan bir sistem olmasıdır. Kendi içerisindeki adalet, eğitim, sağlık, savunma ve maliye gibi tüm yapıları bir organ gibi düşünürsek bunlar arasında kan gibi akış sağlayan bir lojistiğin de olması gerekir. COVID örneğinde yaşadığımız gibi küresel ölçekte arz talep dengesini götüren lojistik sekteye uğradığında hemen hemen tüm devlet yapıları felce uğramaktadır. Bu sebeple aynı insanda olduğu gibi, üzerinde bulunduğumuz dünyanın da kabaca %75’inin de sular ile kaplı olması tarihsel anlamda denizciliği bir meslekten ziyade dünya görüşü olarak biçimlendirmiştir.

Dünyadaki mevcut siyasi yapılanmada her ne kadar kara sınırları temel teşkil etmiş olsa da denize açılan bir noktası ya da deniz kıyısı olan devletler, aradaki mesafenin ne olduğuna bakılmaksızın, birbirleriyle teorik olarak sınırdaş kabul edilebilir. Bu sebepledir ki, genel anlamda imparatorluk geçmişine sahip ve denize bir şekilde kıyısı olan köklü devletler ticaretin dinamiklerini kendi tekellerinde tutmak ve devamlılığı sağlamak üzere donanmalarını da güçlendirmek durumunda kalmışlardır. Kısaca; ticaret filosu ve donanma birbirlerinin bütünleri ve varlık sebebidir. Ancak burada bir hususa değinmek gerekir.

GÜÇ DENGESİ

Güç dengesi, uluslararası ilişkilerde, bir ulusun veya uluslar grubunun, gücünü karşı tarafın gücüyle eşleştirerek kendisini başka bir ulusa veya milletler grubuna karşı koruyan duruşu ve politikasıdır. Devletler iki şekilde bir güç dengesi politikası izleyebilirler:

Silahlanma yarışına girerken veya rekabetçi toprak ediniminde olduğu gibi kendi güçlerini artırarak; ya da ittifak politikasına girişirken olduğu gibi, diğer devletlerin iktidarını kendi güçlerine ekleyerek Politika yapıcıların bakışı açısından, üstün gücü dengelemek ve güç boşluklarını doldurmak pek de doğa kanunları olarak görünmez. Bunun yerine, önemli ölçüde siyasi maliyetler ve belirsiz politika riskleri taşıyan bu davranışlar, siyasi süreç aracılığıyla ortaya çıkar; bu itibarla, bunlar siyasi-askeri dünya hakkında farklı fikirleri olan ve ulusun hedefleri ve zorlukları ve bu amaçlara en iyi hizmet edecek araçlar hakkında farklı görüşleri olan seçkinler arasındaki rekabet ve fikir birliği oluşturmanın ürünleridir. Güç dengesi ve tehdit dengesi teorilerine dayanarak, devletlerin dış politika stratejilerini açıklamak için bir ’dinamik dengeleme’ modeli getirilmiştir.

Uluslararası sistemin kutupluluğu, bir devletin stratejik seçimlerinin dış çabalarla mı yoksa iç çabalarla mı dengelenmesi gerektiğini şekillendirir;

Liderlerin dış tehditlere ilişkin algıları, bir devletin ne zaman ve nasıl farklı dengeleme stratejileri izleyeceğini belirler. Örneğin: Dinamik dengeleme modelinin Çin’in ABD’ye yönelik dengeleme stratejilerine uygulanması, Çin-Amerikan ilişkilerinin geleceğinin iki ülke arasındaki stratejik etkileşimlere ve karşılıklı tehdit algılarına bağlı olduğunu göstermektedir.

İnsan gibi bir sistem olan devlet, yaşayan vasfına binaen üretkendir lakin üretkenlik devletin hemen her ticari konuda fiilen bir üretici olması gerektirmez. Önemli olan kamusal fayda temelinde hizmetin devamlılığı, verimliliği, düzenlenebilir (yeniden şekillendirilebilir) olması ve her şeyden önemlisi halkın ihtiyacına karşılık gelmesidir. Lakin geçmiş yıllardaki tecrübeler göstermiştir ki, devlet kurumlarının çeşitli sebeplerden dolayı özel sektöre kıyasla da bir verimsizliği ve yavaşlığı söz konusudur. Bununla birlikte konu ülkelerarası karşılıklı ticaretin devamlılığı ve güvenliği manasında devletten de ayrı düşünülemez. Zira ülkemiz gibi sermaye konusunda gerisinde kaldığımız başat devletlerin ya da küresel anlamda monopolleşmeye yakın şirketlerin varlıkları karşısında milli menfaatlerin korunabilmesi için sektörüne göre;

  1. Yeterli öz-kaynaklara sahip şekilde, örneğin bor kaynaklı ara/nihai ürün ve bunun tekeli haline gelinmesi gibi kendi kendine yeterlilik ve şahin uygulama,
  2. Savunma sanayinde olduğu gibi amaç doğrultusunda çıkar ortaklığı bulunan devletlerle güç birliğine gidilmesi,
  3. Ya da başat gücün etki sahasını kendi lehine kullanılması gibi seçenekler mevcuttur.

            İlk hususun sadece belli konulara yönelik dar bir kapsama hitap edeceği açıktır. Sahip olunan konum ne ise gelişen bilim ve siyasi/ekonomik şartlarda kazanımlar geriye dönüş yaşanmadan ve dahi ki ilerlemeyle devam ettirilebilmesi önemlidir. 

            İkinci husus artan siyasi, askeri ve dini popülaritemiz sebebiyle yapılacak oluşumlarda başı çekebileceğimiz bir zemin hazırlamakta ve bizim bölgesel güç vasfımızı perçinlemektedir. Bununla birlikte:

  1. Ülkemizin jeo-stratejik konumu,
  2. Sahip olduğumuz altyapının daha da nitelikli hale getirilmesi
  3. Özellikle win-win şekilli nispeten bağlayıcı ve uzun soluklu, barış orijinli ve akılcı politikaların devamlılığı
  4. Kollayıcı ve adaletli duruş’da önemlidir.

Üçüncü husus bir önceki maddeyi destekleyici şekilde kullanılır ise pozitif anlamda ivmelendiren bir etkiye sahip olmakla birlikte aslen bizim tarihsel ve kültürel alt yapımızla çok uyuşan bir durum değildir. Zira, kısa vadede fayda verebilecek olsa bile belirleyici faktörleri çok olduğu için uzun vadede hata yapılması yüksek bir potansiyele sahip olması sebebiyle aleyhe dönebilir. En basit şekliyle kendimizden örnek verecek olursak 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonunda karşılaştığımız yaptırımları ve bilahare bunları aşmak adına atmış olduğumuz adımları görebiliriz.

Sonuç olarak; üçüncü hususun birinci ve ikinci husustan bağımsız ve/veya her ikisince de desteklenebilir mahiyette olması, risk dağılımı yanında re-organizeye açık ve maliyet etkin çözümler sunma avantajını vermesi bize en uygun seçenek olarak görülmektedir.  Bundan dolayı konunun incelemesi ticari ve askeri olarak iki kısma ayrılmış olup, faydalı olacağı düşünülen hususlar detaya girmeden ama kısa ve öz olarak açıklanmaya çalışılmıştır.

Ticari teşkilatlanmanın ana hatlarıdır.

A.        İKİNCİ SİCİL ÜZERİNDEN TİCARİ YAPILANMA

‘’Türkiye’de esas olarak üç tip sicil bulunmaktadır: Bunlar Millî Gemi Sicili (MGS), İnşa Halindeki Gemilere Mahsus Sicil (İHGS) ve Türk Uluslararası Gemi Sicili (TUGS)’ dir. Millî Gemi Sicili, Türk Ticaret Kanunu ve Gemi Sicili Nizamnamesi ile kurulmuştur. Bu sicil, hiçbir teşvik içermeyen, devletin vergilendirme hakkını tam olarak yansıtan ve Türk vatandaşları ile Türk kanunlarına göre kurulmuş olan şirketlere ait olan gemileri kayıt altına alır. İnşa Halindeki Gemilere Mahsus Sicil ise, henüz yapım aşamasında olan ve kredi gerektiren yapım işlerinde tersane sahibine ve gemi siparişi veren kişiye ipotek ve kredi kolaylığı sağlamak için oluşturulmuş olan, esasında Millî Gemi Sicili’nin bir cüz’ü olan bir sicildir. Millî Gemi Sicilinin vergiye ilişkin ağır yönlerini gidermek, yabancı bayrak altında faaliyet gösteren gemi ve yatların Türk gemi siciline çekilmesini teşvik etmek amacıyla yeni bir Kanun yayımlanarak yürürlüğe konulmuştur: Türk Uluslararası Gemi Sicili Kanunu (TUGSK). TUGSK, tonaja ve yıllara bağlı olmak üzere bir takım vergisel muafiyet ve istisnalar getirmiş, yabancı bayrak altında faaliyet gösteren gemi ve yatların oluşturulan yeni sicile kayıt edilmesini sağlamak suretiyle vergi gelirlerini artırmayı amaçlamıştır’’([2])

Milli Gemi Sicili haricinde (MGS) mevcut ticari imtiyazlara sahip Türk Uluslararası Gemi Sicili (TUGS) sistemi basitçe anlatılacak olunur; ise Türkiye sınırları içinde kurulmuş olan ve en az %51’lik bir hissenin Türk tabiiyetinde olması ve gemi Kaptanının Türk olması kaydıyla, Türk bayraklı gemide yabancı personel çalıştırılması durumudur. Ancak buradaki en önemli durum TUGS bünyesindeki geminin kabotaj seferi yapıp yapamayacağı konusudur.

‘’Kabotaj Kanunu 1.maddesinde, Türk kıyılarında (sahiller) ancak Türk Bayrağı çekme hakkına sahip olan gemilerin ticari faaliyet yapabileceğini ifade etmektedir. TUGS’a kayıtlı olan yabancılara ait olan gemiler Kabotaj hakkından yararlanamaz. Kabotaj, AB üyesi ülkeler arasında kaldırılmıştır. Ancak, AB üyesi olmayan devletlerin gemileri bir AB limanından diğerine taşıma yapamaz’’([3])

Bu durumun, planlanmakta olan Türk Devletleri yapılanmasının ticari ayağının deniz bölümünün geliştirilmesi için uygun bir zemin taşıdığı düşünülmektedir. Mevzuatın revize edilmesiyle birlikte Topluluğa üye ülkelerin bayrakları da Türkiye’nin kendisine ayıracağı kotanın dışında ve böyle bir ihtiyacın doğması halinde bu pastadan pay aldırılıp gelişmelerine katkıda bulunabilir. İstatistiklere bakılacak olunur ise:

Tablo 1, Sicil Türlerine Göre Yıllık Gemi Sayıları

 Tablo 2, Sicil Türüne Göre Yıllık Gemi Tonajları

Tablo 3 Milli Gemi Sicili ve Türk Uluslararası Gemi Sicili([6])

 

Tablolar dikkatlice incelenecek olursa görülen; MGS ve TUGS değerleri birbirlerine yakın seviyede ve senelik olarak az da olsa bir artış varken toplamda tonajın düşmesi ve TUGS lehine tonajda açık bir üstünlüğün olmasıdır. Dolayısıyla gösterilmesi gereken çaba tonajın, diğer bir deyişle kapasitenin arttırılması yönünde olmalıdır.

Tablo 3 bu bağlamda fikir vermek üzere belirleyici olabilecek 1000 GT ve üzeri tonajlardaki gemilerin tiplerine göre ayrımını göstermektedir.

Aşağıdaki tablolarda Türkiye’ye ait deniz ticaret filosunda nispeten değerlendirmeye açık olabilecek 1000 GRT ve üzeri, altı temel gemi tipi dağılımları gösterilmiştir.

Tablo 4, 1000 GT ve Üstü Petrol Tankerleri Dağılımı ([7])

Tablo 5, 1000 GT ve Üstü Kimyasal Tanker Dağılımı ([8])