Mohammad YOUSEF - Araştırmacı

Uluslararası Ceza Mahkemesi, 5 Şubat 2021 tarihinde, mahkemenin 1967’de İsrail’in işgal ettiği Filistin toprakları olan Gazze Şeridi ve Doğu Kudüs dahil Batı Şeria üzerinde yargı yetkisine sahip olduğunu belirten bir karar vermiştir. Bu karar Filistinlilerin, İsrail’i Filistin’de işlediği savaş suçlarından suçlu olarak sorumlu tutma girişimlerinden on yıldan fazla bir süre sonra alınmıştır.

Bu girişimlerden ilki 2008/2009 Gazze savaşından sonra başlamıştır. Filistinliler, İsrail’in işlediği suçlarla ilgili soruşturma açmak için Uluslararası Ceza Mahkemesine 3 ana dosya sunmuştur. Bunlar: yerleşim yeri dosyası- tutukluların dosyası ve Gazze savaş dosyası 2014’tür. Bu dosyaların her biri, İsrail’in uluslararası sözleşme ve kararları ihlal ettiğine dair yüzlerce belge, özellikle de İsrail’i kınama çerçevesindeki en güçlü kart olan Yahudi yerleşimleri dosyasını içermektedir. Ayrıca bu karar, uluslararası hukukun ve Filistin meselesine ilişkin uluslararası kararların etkinliği ve bunların İsrail işgali üzerindeki etkisinin boyutu hakkında birçok soruyu gündeme getirmektedir.

Şimdi soru şu. Acaba Filistinliler bu karardan nasıl faydalanabilir ve bunu işgale karşı meşru mücadelelerinin bir parçası olarak İsrail’e baskı yapmak için bir araç olarak nasıl kullanabilirler?

Zorluklar

Daha önce de belirttildiği gibi İsrail’in, işgal altındaki topraklarda Filistinlilere karşı işlediği suçların soruşturulması için dosya açmak karmaşık ve zorlu bir süreç olacaktır. İsrail, uluslararası toplum tarafından kınanmamak için elinden geleni yapacaktır. Ayrıca İsrail, Filistin otoritesine, kendilerine karşı işlenen suçlarla ilgili soruşturmayı geri çekmeleri için baskı yapmak için Avrupalı ​​müttefikleriyle ittifak kurmak isteyebilecektir. Bunun dışında İsrail, Filistin liderliğini, soruşturmayı Uluslararası Ceza Mahkemesinden geri çekmesi halinde müzakere masasına geri döneceği konusunda, cezbetmeye çalışabilir ve Filistin otoritesi bu teklifi muhtemelen kabul edecektir. Filistin Devleti’nin daha önce de İsrail’in, Gazze’deki suçlarına ilişkin Goldstone Raporunu uluslararası mahkemelere sunmayı bıraktığı örnekleri var.

Ayrıca, İsrail ile müzakerelere devam ederek, arzulanan Filistin devletinin kurulmasına yol açabileceğini ümit eden Filistin Yönetimi, 2004 yılında Uluslararası Adalet Divanı’nın Batı Şeria Duvarı hakkında İsrail’e karşı bir baskı kartı olarak verdiği tavsiye görüşü kullanmamıştır. Oysa bu karaı işgali ve yerleşimi açıkça kınamıştır.

İsrail’in Uluslararası Ceza Mahkemesinin Roma Statüsüne üye olmadığın ve onunla işbirliği yapmayacağını belirtmekte fayda var. Buna ek olarak, Uluslararası Ceza Mahkemesinin finansmanının büyük bir bölümünü üstlenen Almanya gibi, İsrail’i yargılamayı reddeden büyük nüfuza sahip ülkeler bulunuyor. Ayrıca mahkemenin haziran ayı ortalarında görevine başlayacak yeni Başsavcısı İngiliz vatandaşı Kerim Han, İsrail tarafından tercih edilen şahsiyetlerden biri olarak kabul edilmektedir. Kerim Han’ın ülkesi de İsrail’i yargılamayı reddediyor ve bu yüzden "şüphesiz onun üzerinde bir etkisi olacaktır.

Uluslararası Ceza Mahkemesinin Filistin toprakları üzerindeki yargı yetkisini ilan etme konusunda, Filistinlilerin karşılaştığı en büyük tehdit ve zorluklardan birisi, Hamas ve İslami Cihad üyeleri gibi bazı Filistinli direniş gruplarının İsrail’e karşı suç işlemekle suçlanabilmesidir. İsrail ayrıca Uluslararası Ceza Mahkemesinin soruşturmadaki çabalarını engellemek bağlamında bazı yasal boşlukları kendi lehine kullanma niyetinde olabilmektedir.

Bilindiği gibi uluslararası bir mahkemede yargılama yapılması durumunda, konu iç mahkemelerde soruşturmaya tabi tutulmamalıdır. Suç dosyaları İsrail iç mahkemeleri tarafından araştırılırsa, bu Uluslararası Ceza Mahkemesinin rolünü ortadan kaldırır. İsrail’in bu seçeneği kullanması ve suçları iç düzeyde soruşturması çok olasıdır ve böylece Uluslararası Ceza Mahkemesinin rolünü ortadan kaldırmaya çalışacaktır.

Uluslararası Ceza Mahkemesinin ve uluslararası hukukun etkililiğinin kapsamı

2000 yılından bu yana mahkeme 9 mahkûmiyet ve 4 beraatla sonuçlanan 30 davayı ele almıştır ki bu da etkinliğini şüpheli hale getirmektedir. İsrail’in Filistin’de işlediği suçlarla ilgili olarak Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin kararını reddeden; İngiltere, Fransa ve Almanya gibi İsrail’in yanında yer alan Avrupa ülkeleri mahkemeye büyük bir baskı uygulamaktadır.

Asıl sorun, uluslararası hukukun, Güvenlik Konseyi’nin beş üye devletiyle ilişkili sistem tarafından yönetilmesidir ve aslında bunlar bir anlaşmazlığı çözmeyi kabul ettiklerinde bu anlaşmazlık çözülecektir. Oysa bu beş güç bir fikir birliğine varmazsa, bu çözümün sürüncemede kalmasına ve çatışmanın sürmesine neden olacaktır. Filistin meselesiyle ilgili Güvenlik Konseyi ve Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından, İsrail aleyhine çeşitli kararlar alınmış, ancak Filistinliler bunlardan faydalanamamıştır. Bu ise uluslararası hukukun etkinliğinin sorgulanmasına neden olmuştur/olmaktadır.

İsrail’in 2008/2009 yıllarında Gazze Şeridi’ndeki savaşını araştıran Goldstone Raporunda olduğu gibi, geri çekildi ve daha sonra İsrail tarafından müzakerelere devam etme sözü karşılığında Filistin Yönetimi tarafından feragat edilmiştir (Quid pro quo).

Sabra ve Shatila katliamından sorumlu İsrailli suçluların Belçika ve İngiliz mahkemelerinde yargılanmasına ilişkin hukuki açıdan önemli girişimler olmuştur. Bu yasal çabalar nedeniyle, İngiltere de dahil olmak üzere bazı Avrupa ülkelerinde İsrailli işgal subayları hakkında tutuklama emirleri çıkarılmıştır ve bu yüzden İsrail ordusundan subaylarından bazıları Londra’daki Heathrow Havalimanı’na vardıklarında tutuklanma korkusuyla uçaktan inmekten imtina etmişlerdir.

Uluslararası hukuk açık bir savaş alanıdır. Bu yüzden yalnızca bir baskı kartı olarak görülmemeli, tam olarak ulusal kurtuluş stratejisinin bir parçası olarak kullanılmalıdır. Bu nedenle de müzakerelere girmek hukuki iddialardan feragat edilmesine yol açmamalı, aksine bu davalar müzakereleri tamamlayıcı bir nitelikte olmalıdır.

Bu konuda önemli bir örneğimiz var: Taliban, bir yandan karada mücadelesini sürdürürken, diğer yandan da Amerikan tarafını onunla barış müzakerelerine zorlayarak siyasi bir müzakere sürecine girmiştir. Aynı durumu Filistin için de geçerli olabilir.

Filistinliler bu karardan nasıl yararlanacak?

Öncelikle Filistin ulusal mücadelesi ve işgalden kurtulma konusunda bir Filistin kurtuluş stratejisinin eksikliğini yaşıyor.  Örneğin, bu dosyalar, Trump ABD büyükelçiliğini Kudüs’e taşıdıktan sonra Uluslararası Ceza Mahkemesine sunulmuştur ve bu Trump’ın kararına bir tepki olarak gelmiştir. Yani, stratejik bir serbestleşme planı çerçevesindeki bir adımın parçası değildir.

Filistinliler, müzakerelerde ek bir baskı kartı olarak uluslararası kararlardan yararlanmalı ve müzakerelere girme karşılığında onlardan feragat etmemelidir. 1974 yılında çıkarılan 3236 sayılı Kararla Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Filistinlilere, İşgalden kurtuluş sürecini desteklemek ve bunu müzakerelerde kazanan bir baskı kartı olarak kullanmak için Filistinliler bu kararlardan yararlansınlar demiştir.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 1974 tarihli 3236 sayılı Kararında da Filistinlilere haklarını geri kazanmak için silahlı mücadele de dahil olmak üzere her türlü yolu kullanma hakkını vermiştir. Bu nedenle Filistinliler, işgalden kurtulma sürecini desteklemek için bu kararlardan yararlanmalı ve bunları müzakerelerde kazanan bir baskı kartı olarak kullanmalıdır.

Geniş, organize ve devamlı bir süreç bağlamında Filistinliler, Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne Batı Şeria Duvarı, çocukların tutuklanması ve doğal kaynakların çalınması gibi birçok bahsedilmeyen suçları belgeleyen binlerce belgeyi göndermelidir. Ayrıca, belirli bir kurtuluş mücadelesi aracını kullandığında, bunun işgalden kurtuluşun doğrudan geleceği anlamına gelmediğini, aksine uzun ve çetin bir savaş olduğunu hatırlamak da çok önemlidir. Bunun karşılığında muhtemelen İsrail, müfettişlerin bölgelere girmesini engelleyecek, kendisine karşı ifade verecek tanıkları tehdit edecek ve Uluslararası Ceza Mahkemesi ile ilgilenenleri kınayan kendi iç mahkemelerinde kararlar vermeye başvuracaktır.

Ancak Filistinlilerin bu yola devam etmesi ve olayların gidişatını etkilemeye çalışacak Batılı liderlere baskı yapması için büyük bir fırsatlar da var. Eğer bu ülkeler, mahkemenin İsrail suçlarını soruşturma kararını desteklemeyi reddederlerse, büyük bir utanç içine düşecekler ve insan hakları ve adalet meselelerinin dayandığı ilkelerine aykırı görüneceklerdir.

Bu karar, insan haklarına ve demokrasiye sponsorluk yapan ülkeler için büyük bir sınavdır. Bu baskı, geniş bir süreç içerisinde entegre bir kurtuluş projesinin parçası olarak devam ettiğinde, muhtemelen gelecekte olumlu sonuçlara ulaşacak ve bu da  İsrail işgalinden kurtulmak ve bağımsız bir Filistin devleti kurmak için Filistin devletinin mücadele ve kurtuluş politikasını yeniden gözden geçirmesini ve uluslararası kararlardan doğru şekilde yararlanmasını gerektirecektir.