Dajana BARUSİC*

19. yüzyılda, tarihin, sosyal bilimi olarak görülmeye ve siyasi amaçlarla kullanılmaya başlamasından itibaren farklı propagandalara ve manipülasyonlara açık bir alan haline gelmeye başladığı görülmüştür.  Milli kimliklerin ortaya çıkmasına müteakiben birçok ülke kendi tarih yazıcılığını da bu yönde geliştirmeye çalışmıştır. Türkistan coğrafyası özellikle Türklerin İslamiyet’i kabul etmesinden sonra, her ne kadar kendine özgün, hatta diğerlere de yön verecek bir Türk İslam medeniyetini geliştirmeyi başardıysa da son birkaç asırda asimilasyon süreci yerli halklarda derin izler bırakmış ve onları birbirine yabancılaştırmıştır. Bu onların ortak bir tarih anlayışında birleştirmelerini zorlaştırmıştır.

Maksat ve yöntem

Bu çalışmanın maksadı Türkistan coğrafyasına yönelik ayrıştırma çalışmalarını nazari bilgilerden yararlanarak yorumlamak ve bu ayrışmanın temel nedenleri ortaya koymaktır.

Bulgular

Orta Asya (Türkistan) Türk tarihi alanında çok değerli çalışmaları olan İbrahim Kafesoğlu Türk tarihini, geniş coğrafya ve toplumsal-siyasi şartlarından dolayı, diğer milletlere göre, bir bütün olarak değerlendirmenin çok zor olduğunu dile getirmektedir. Her kültürde olduğu gibi, 3500 yıllık Türk kültüründe de coğrafi çevre, insan unsuru ve cemiyetin önemli olduğu vurgulamaktadır.[1]  Osmanlı Devleti ile Türkistan coğrafyasının birbirini tanımayan ve aynı zamanda kültürel ve zihinsel olarak uzaklık taşıyan unsurlardan oluştuğu söylenebilir. Bunun önemli bir nedeninin coğrafi uzaklık ve izolasyon olduğunu söyleyebiliriz ama aynı zamanda dönemin Müslüman dünyasının temsilcileri İran ve Osmanlı medeniyetinin yanında, Türkistan daha geride kalmış bir bölge olarak görülmüştür. Çoğu zaman onların İslamiyet öğretisi de Ruslar ve Avrupalılar tarafından fundamentalist yaklaşımı olarak değerlendirilmekteydi.[2] Maalesef, 19.yy. Osmanlı Devleti’nde Orta Asya bölgesine karşı olan merak, tarihi ve kültürel ilişkilerinden ziyade siyasi bir nedenle başlamıştı. II. Abdülhamid’in iktidarının önemli faaliyetlerden biri Pantürkizm’in canlandırılması idi fakat siyasi çerçevesinin dışında gelişmiş ve istenen ölçüde ilerleyebilmiş değildi.[3] 20.yy. başında Osmanlı-Rus ilişkilerinin önemli bir neticesi de aydınların birbirinden etkilenmiş olmasıdır. Özellikle kendi coğrafyasında Panslavizm düşüncesinin farkında olan Tatar ve Azerbaycan Türk’ü aydınlar İstanbul’a geldiğinde İttihat ve Terakki hükümetince sıcak karşılanmıştır.[4] Bunlar arasında özellikle Yusuf Akçura, Türkiye’de Türk dünyası araştırmalarının başlatılmasında önemli katkıda bulundu. 1932’deki Ankara Tarih Kongresinde, tarihe bakış açısı din ve mezhep çerçevesinde değil, Türklük ideali etrafında bütünleşmeyi savunmuştur.[5] Akçura aynı zamanda Osmanlı Türklerinin, Türk kavimlerine ve ırkına yeteri kadar önem vermediklerini, ayrıca kendi tarihini sırf Müslümanlık ve Sünnilik etrafında yorumlamış olmalarını eleştirmiştir. Bunun yanı sıra Tatarlar hakkında yaygın olan olumsuz önyargılarının kırılmasına da yardımcı oldu. Rusya kökenli Türk aydınlarının getirdiği bir başka yenilik, Türk tarihinin bütüncül olarak değerlendirilmesi anlayışıdır. Benzer anlayışı 1920’li yılların ortasında Zeki Velidi de savunmuştu. Türkiye merkezli ve Türklerin Anadolu’ya gelişi ile başlatılan bir tarih anlayışının aksine, Orta Asya (Türkistan) ve Doğu Türklerini merkeze alan, Kırım, İdil-Ural ve Türkistan coğrafyasındaki halklarının duygularını yansıtan, bütüncül bir tarih anlayışını ortaya koydu.[6] Mustafa Kemal Atatürk de Türk ulusunun araştırılmasına büyük önem verdi. Türklerin, kendini tanımak ve tanıtmakta geciktikleri, ayrıca ülke ve millet olarak uluslararası camiada önem ve saygıyı ancak kendi tarihine karşı tutumlarını değiştirdiklerinde ulaşılabileceklerini düşünüyordu.[7] Daha önce vurgulandığı gibi, uzun süreli bir ‘Türklüğe yabancılaştırma’ projesi neticesinde Türkistan halkları arasında da farklılaştırılma ve ötekileştirme söz konusuydu. Türk soyundan geldiklerini toplumsal bilinçaltında kalmış olsa da kendilerine özgün; Özbek, Kırgız, Kazak isimleri altında kurulmuş kimlikleri ile kendi varlıklarını sürdürmüşlerdir.[8] Sovyet hegemonyası ve Türkistan halkları üzerindeki baskıcı politikalar, dil üzerinde daha doğrusu lehçeleri ayırmak hedefi doğrultusunda belirlenmişti.[9] Bu baskı öncelikle Kıpçakçaya yakın olan Özbekçe üzerinde başlamıştı ve Stalin döneminde Farşçanın etkisindeki Taşkent lehçesi ile devam ettirilmişti. Orta Asya coğrafyasındaki tarih yazıcılığına geldiğimizde, Wilhelm Barthold (Vasiliy Vladimirovich Barthold) adında Alman kökenli Rus tarihçisinin çalışmaları büyük etkiler yarattı. Barthold, 1925-1929 yılları arasında Tacik, Kırgız ve Türkmen halklarının tarihi hakkında eserler yazdı fakat iktidar yazdığı eserleri Marksizm ideolojisini yansıtmama ve rejimi meşrulaştırmama gerekçesi ile fazla önemsemedi.[10] Ancak, ilerleyen dönemde ‘proleter’ eğitim sisteminde yetişen nesil bu entellektüel rolü üstlenecektir. 1987-1990 yılları arasında Türkiye’de Türkistan çalışmalarını takip ettiğimizde bunlardan, 6’sının Türk dünyasından çeşitli bölgeler ile 4’ü Türk cumhuriyetlerinin tarihi, 4’ü Sovyet Türkleri ve İslamiyet, 3’ünün de Türk kültürü ve edebiyatı alanında olduğunu görmekteyiz.[11] 

Sonuç ve Öneriler:

Sovyet sonrası döneminde bağımsızlığına kavuşan Türk Cumhuriyetlerinde kimliği inşa etme sürecinin günümüze kadar farklı sorunlarla karşı karşıya kaldığını görmekteyiz. Devlet geleneğinin güçlendirilmesi ve ulusal yapılanma de-Sovyetizasyon (Sovyet etkisinden kurtulma) ve de-Rusifikasyon (Rus etkisinden kurtulma) üzerinde oluşmaya başlamıştı. Bunun neticesinde Sovyet döneminde idari bölgelere, kentlere, cadde ve sokaklara verilmiş olan Rusça kökenli isimler ulusal isimleri ile değiştirilmiştir. Fakat nasıl ki Rus kültürünün baskınlığı Türkistan coğrafyasında Türk halkları üzerinde olumsuz bir etkiyi bıraktıysa, Batı Avrupa’ya duyulan kültürel çekicilik de aynı tehlikeyi teşkil etmektedir. Küreselleşme sürecinin tuzağına düşüp modernizasyon ve gelişme adı altında kendi kimliğini ikinci plana itme ile rejim altında asimilasyona maruz kalma arasındaki toplumsal psikoloji açısından bariz bir fark olsa da belirtilen diğer konu da benzer kimliksizleştirme olayı ile sonuçlanmaktadır. Rus veya İngiliz dilini entelektüel dünyasında kendi ana diline nazaran üstün olarak görmek, eğitim ve akademi gibi bir ülkenin görünmez kültür alanlarını olumsuz etkileyecektir. Bunu yerine kendi geçmişini ve Türkistan coğrafyasındaki diğer milletlerle ortak tarihi noktalarını yansız ve kapsamlı bir şekilde araştırmak ve değerlendirmek, şüphesiz TDT (Türk Devletler Teşkilatı) birliğine sağlıklı bir altyapı katacak ve gelecekte bu devletlerin aynı yöne bakmasını ve uluslararası çevrelerde ortak hareket etmesini sağlayacaktır.

Kaynakça:

Andican A. Ahat. (2009). Osmanlı’dan Günümüze Türkiye ve Orta Asya, Doğan Kitap: İstanbul.

Garibova, Jale. (2012). Sovyet Sonrası Dönemde Türk Dilli Halklar Dil Sorunu Yeniden Biçimlenen Kimlikler, Atatürk Kültür Merkezi Yayını: Ankara.

Yetişgin, Mehmet. (2014). A History of a Turkistan in the Nineteenth Century: Motives, Process and Aftermath of Russian Invasion, Türk Tarih Kurumu: Ankara.

Kafesoğlu, İbrahim. (1987). Türk Bozkır Kültürü, Türk Kültürünü Araştırma Merkezi: Ankara.

Yılmaz, Gülcan. (2003). Yılmaz, Türk Tarihi ve Kültürü, Alfa Yayınevi: İstanbul.

Demirağ Yelda, Karadeli Cem. (2006). Orta Asya ve Kafkasya, Palme Yayıncılık: Ankara.

Kanlıdere, Ahmet. (2019). Çağdaş Türk Dünyası Tarih Yazıcılığı: Tarihsel Süreç, Eğilimler ve Kavramsal Sorunlar, Türk Tarihinin ve Tarihçiliğin Meseleleri, Altıncı Tarih yazımı Çalıştayı Bildirileri, 6-8 Nisan 2018, Ahmet Şimşek, Mehmet Topal, Editör, Yazıgen: İstanbul, ss.79-116.

Kara, Abdulvahap. (2017). SOLAK Fahri, Bağımsızlıklarının 25. Yılında Türk Cumhuriyetleri (Siyasi, Ekonomik ve Kültürel Gelişmeler), Seçil Ofset: İstanbul.

Elik Süleyman, Sezikli Ubeydullah. (2019). Türk Stratejik Kültür Havzaları, Küresel Araştırma Düşünce Merkezi Yayınları: Kütahya.

Bıyıklı Mustafa. (2016). Türk Dünyası Ortak Kuruluşu Olarak Türk Akademisi Uluslararası Teşkilatı (TWESCO), Rolü ve İşbirlikleri, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Afro-Avrasya Özel Sayısı-Aralık 2016.

Kızıl, Ömür. (2014). Türk Dünyası’nda Müşterek Tarih Öğretimi ve Niteliği. Türk Yurdu Dergisi, Sayı:326.

Kanlıdere, Ahmet. (2019). Türkistan’ın Tarihi, Kültürel Gelişimi ve Rus Tesirleri, Türk Dünyası Kültür Dergisi, sayı 15, (yaz 2019).

Yüce, Nuri. (1989). Akçura Yusuf Maddesi, Diyanet İslam Ansiklopedisi, 2.cilt: İstanbul, s.228-229.

Baykara Tuncer, Togan Ahmet Zeki Velidi Maddesi, Diyanet İslam Ansiklopedisi, 41. cilt, İstanbul, 2012, s. 209-210.

 


[1] KAFESOĞLU İbrahim, Türk Bozkır Kültürü, Türk Kültürünü Araştırma Merkezi, Ankara, 1987

[2] YETİŞGİN Mehmet, A History of a Turkistan in the Nineteenth Century: Motives, Process and Aftermath of Russian Invasion, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 2014.

[3] KANLIDERE Ahmet, Türkistan’ın Tarihi, Kültürel Gelişimi ve Rus Tesirleri, Türk Dünyası Kültür Dergisi, sayı 15, (yaz 2019).

[4] KANLIDERE Ahmet,  a.g.e.

[5] YÜCE Nuri, Akçura Yusuf Maddesi,  Diyanet İslam Ansiklopedisi, 2.cilt, İstanbul, 1989, s.228-229.

[6] BAYKARA Tuncer, Togan Ahmet Zeki Velidi Maddesi, Diyanet İslam Ansiklopedisi, 41. cilt, İstanbul, 2012, s. 209-210

[7] GÜLCAN Yılmaz, Türk Tarihi ve Kültürü, Alfa Yayınevi, İstanbul, 2003

[8] DEMİRAĞ Yelda, KARADELİ Cem, Orta Asya ve Kafkasya, Palme Yayıncılık, Ankara, 2006

[9] KIZIL, Ömür (2014). Türk Dünyası’nda Müşterek Tarih Öğretimi ve Niteliği. Türk Yurdu Dergisi, Sayı:326

[10] KANLIDERE Ahmet,  Çağdaş Türk Dünyası Tarih Yazıcılığı: Tarihsel Süreç, Eğilimler ve Kavramsal Sorunlar, Türk Tarihinin ve Tarihçiliğin Meseleleri, İstanbul, 2019

[11] ANDİCAN A. Ahat, Osmanlı’dan Günümüze Türkiye ve Orta Asya, Doğan Kitap, İstanbul 2009